Üniversite DE Yok Edilmeli

 


Üniversite DE Yok Edilmeli

Soykırım Dünyasında Antagonistleri Tanımlamak

Ignatius

Çeviren: Lugburz

 

Saat Kaç?

2024'ün Nisan ayının sonları. İsrail'in Filistin halkına yönelik soykırımının mevcut aşaması yedinci ayında da kesintisiz olarak devam ediyor. Bu soykırımın sözde ABD'deki pek çok kişi için günlük yaşamın bir parçası haline gelmesine karşı çıkmak amacıyla Columbia Üniversitesi öğrencileri 17 Nisan'da kampüsün bir bölümünü işgal ederek “Gazze Dayanışması Kampı” kurdu. Ertesi gün NYPD kampta yaptığı geniş çaplı bir taramada 100'den fazla göstericiyi tutukladı. Bu olay, ülke çapındaki üniversitelerde düzinelerce kamp kurulmasına yol açtı. Geçtiğimiz hafta boyunca bu kampların birçoğu da ciddi baskılarla karşılaştı ancak birçoğu hala varlığını sürdürüyor.

 

Bu kamplar, bu spesifik soykırımı (ve bir bütün olarak soykırım dünyasını) mümkün kılan ölüm makinelerine tepki noktaları arayan (ve bunlara göre hareket eden) birçok radikal arasında enerjinin yeniden canlanmasına neden oldu. Bununla birlikte, birkaç önemli istisna dışında (Cal Poly Humboldt'ta bu işi sürdürenlere sesleniyorum) bu kampların çoğu, kendi üniversitelerinden talepte bulunma ve bu müzakerelerde “öğrenci”yi meşru siyasi aktör olarak merkeze alma çerçevelerinden kopmakta zorlanıyor (hatta bunu tamamen reddediyor). Bu, üniversiteyi bütünüyle bu soykırım dünyasının şiddetine polis, hapishaneler ve ulusal sınırlar kadar entegre bir antagonist olarak tanımada başarısızlık anlamına geliyor. İçinde bulunduğumuz anın risklerini ve soykırıma karşı fiilen müdahale etmek için gerekli eylemi fark etmedeki başarısızlık hemen arkasından geliyor.

 

Bu yüzden, mümkün olduğunca açık bir şekilde ifade etmek için buraya yazıyorum: Eğer bu soykırım dünyasının (hem belirli tezahürlerinin hem de bu tezahürlerin ortaya çıkma kabiliyetinin) sona ermesini istiyorsak, üniversite de yok edilmelidir.

 

Üniversite ve Gündelik Hayatın Yeniden Üretimi

Özünde, sözde ABD'deki her üniversite bu ülkedeki gündelik hayatın yeniden üretiminin bir parçasıdır. Üniversitenin birincil işlevi, yönetici sınıfın yeni neslini yaratmak, serbest yatırım fonlarını, petrol sondajlarını ve füze rampalarını kullanmak üzere sıradaki kişileri vekil tayin etmek ve tüm bunları yaparken de herkesin kendisini sadece çalışmaya ve zanaata adaması halinde ekonomik istikrarsızlıktan kurtulup rahata kavuşabileceği meritokratik bir toplum mitini aklamaktır. Bu şekilde üniversite, statükonun soykırımcı ve ekolojik yıkımcı ölüm maratonuna katılma pahasına gelecekteki konfor olasılığını satmakta ve bu süreçte kapitalist üretim tarzının (çalışmanın) kutsallığını korumaktadır.

 

Bu (genellikle hayali) gelecekteki ekonomik konfor olasılığını satarken, üniversite aynı zamanda toprak ağası ve borç tahsildarı olarak da hizmet veriyor, sınırları içindeki birçok kişinin ekonomik istikrarsızlığını artırıyor ve hayali vaadini daha da cazip hale getiriyor. Aynı zamanda üniversite, kampüs yakınlarında doğup kurumsal bağlantısı olmayan şanssız kişiler için mutenalaştırıcı ve tahliye edici rolünü de üstleniyor.

 

Birincil işlevinde üniversite sürekli olarak ırkçı kapitalizm, yerleşimci-sömürgecilik ve bunları takip eden diğer tüm baskıcı güçlerin (siyahi karşıtlığı, ableizm, cisheteropatriarka, vb.) ilişkilerinin yeniden üretilmesine hizmet etmektedir. Örneğin STEM şemsiyesi altındaki bölümlerde yürütülen araştırmaların devletin militarist ve gözetleyici kabiliyetlerini nasıl açıkça genişlettiğinden ya da ROTC programlarının yaygınlığının öğrencileri imparatorluğun piyadeleri olmaya nasıl teşvik ettiğinden hiç bahsetmiyorum bile. Üniversite, yönetimdeki “kötü aktörler” tarafından yanlış yönlendirilerek (İsrail'in apartheid rejimine yatırım yapmak gibi) “kötü kararlar” almasına neden olan tarafsız bir kurum değildir.

 

Irksal sermaye rejimini, bu rejimin yeniden üretilmesine yardımcı olan sistemlere saldırmadan, altını oymadan ve sona erdirmeden ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bu ölüm makineleri dünyasını, şu anda yaşadığımız gündelik hayattan kopmadan sona erdirmenin bir yolu yoktur. Üniversite kurumunu sona erdirmeden soykırım dünyasını sona erdirmenin bir yolu yoktur.

 

“Öğrenci“nin Meşruiyetinin Sarsılması

Ne zaman kampüs hayatını uzaktan da olsa sekteye uğratma tehdidi içeren bir eylemde bulunulsa, üniversite yönetimleri derhal bu eylemi gayrimeşrulaştırmanın yollarını arayacak ve bu doğrultuda belirli kişileri kampüs sınırları içinde konuşma ya da hareket etme meşruiyetine sahip olarak tanımlayacaktır. Bu gayrimeşrulaştırmanın en etkili yöntemi, “vatandaş” ve “tüketici"nin üniversite tarafından bir araya getirilmiş hali olan "öğrenci”nin ortaya atılmasıdır. “Öğrenci”, (sivil toplum ve kampüs yönetiminin gözünde) idealize edilmiş bir kampüs topluluğu üyesini, kampüs meseleleri hakkında söz söyleme “hakkına” sahip olanların en üst noktası olarak konumlandıran bir hayalettir.

 

Zamanın geldiğini hisseden ölüm makinelerinin özenti yöneticileri, kendileri için “öğrenci” kılıfını talep ederek, kendilerini kampüs sınırlarının ötesinden gelen “yabancılara” karşı konumlandırarak yönetimi desteklemek için ortaya çıkarlar. Bu gönüllü işbirlikçiler genellikle ağızlarının her iki tarafından da konuşurlar, “radikal” duruşları yönetimin isteklerini/taleplerini kabul etme gerekçeleriyle birleşir, üniversite ile gerçek bir karşıtlık arzulayanları ele verir ve baskı çekiçleri indiğinde kimin desteği hak ettiğini açıkça belirtirler.

 

Filistin halkını desteklemek için gerçekleştirilen gerilimi tırmandırıcı eylemlerin bir parçası olarak kampüs kampları ve işgallerinin yaşandığı şu anda, yönetimlerin “öğrencinin” meşruiyetine başvurma taktiğiyle başarıya ulaştığını gördük. Brown Üniversitesi'ndeki kampın organizatörleri yönetimin baskısına boyun eğdi ve kampa sadece öğrencilerin katılabileceğini ilan etti. Kampa yönelik baskı dalgalarının ardından Columbia Üniversitesi'nde de benzer olasılıklar olduğu söylentileri yayıldı.

 

Bu dayanışma kamplarından bazılarının kurulması, bastırılması ve yeniden kurulması döngüsünde bir eğilim ortaya çıkmıştır: kampların en militan unsurları, üniversitenin tehditlerine boyun eğmek yerine kampları savunmakta (veya genişletmekte) ısrar etme olasılığı en yüksek olanlar olduğu için baskıya maruz kalma olasılığı en yüksek olanlardır. Bu baskı genellikle bu militanların (öğrenci olsun ya da olmasın) kampüsten fiziksel olarak uzaklaştırılması anlamına gelmektedir. Bu militanların yokluğunda, kampların daha liberal üyeleri, meşru aktör olarak “öğrenciyi” çağırarak (taktik meselesinde kendilerini ve rahatlıklarını yeniden konumlandırmak amacıyla) bu alan üzerindeki yönetimsel arzularını ortaya koymakta ve ayaklanma potansiyellerini sınırlamakta özgürdürler; ancak bu kez “öğrenci”, karşılaştıkları baskı genellikle kampüsten uzaklaştırılmayı içerdiğinden, artık baskıyla yüzleşen militan öğrencileri de genellikle dışlamaktadır.

 

Bu eğilim ve daha geniş kapsamlı “imtiyazlı sınıf olarak öğrenci” ideolojisi ışığında şunu açıkça ifade etmek gerekir: öğrenciler, şu anda üniversite aygıtı tarafından ele geçirilen alan üzerinde, özellikle de altyapısı genellikle köleleştirilmiş emekle inşa edilen çalıntı topraklar üzerinde var olan kurumlar bağlamında, ilahi bir hak iddiasına sahip değildir. Etrafımızdaki cehennemin yeniden üretilmesindeki rolüyle üniversite, duvarlarının ötesindeki pek çok kişinin zorla çektirilen acılarının bir katılımcısıdır. Bu acının yeniden üretimine karşı çıkan ve bunu sona erdirmek isteyen herkes için üniversite, yerine başka bir şeyin nihayet yeşerebilmesi için ona karşı saldırmak, altını oymak, ortadan kaldırmak ve tamamen yok etmek için vardır.

 

Eğer bu ölüm makineleri dünyasını sona erdirmek istiyorsak, üniversiteler üzerinde/karşısında eylem bağlamında öğrenci ve öğrenci olmayan ayrımını reddetmeliyiz.

 

Kampların Ötesinde: Ölümcül Darbeyi Vurmak

Üniversitelere yönelik/karşı direniş eylemleri bağlamında öğrenci ve öğrenci olmayan ayrımını reddetmenin gerekliliği konusunda aynı noktada buluşabilirsek, bu kurumları bildiğimiz şekliyle yok etmek için gerçekte hangi eylemin gerekli olduğuna bakabiliriz.

 

Üniversite, varlığının sona erdirilmesi gibi yapılmaya değer tek talepten vazgeçemez. Dolayısıyla, üniversiteden talepte bulunmanın bir faydası yoktur. İstediğiniz dünyayı eylemlerinizle açıkça ortaya koyarsanız ve eylemlerinizin bir ağırlığı varsa, üniversite ilgili “mağdur topluluğun” temsilcisi olduğunu iddia edebileceği en yakın kişiyi bulmak için çabalayacak ve sembolik bir onarım jesti yapmaya çalışacaktır. Ancak biz sembollerle ilgilenmiyoruz ve onarımla da ilgilenmiyoruz. Biz çektiğimiz acıların kurumlarını yok etmek için buradayız.

 

Bu doğrultuda, eylemlerimiz üniversitenin işleyişini durdurmak, etrafımızdaki dünyanın, soykırım ve her türden ölüm makinelerinin dünyasının yeniden üretimine katılma kabiliyetini durdurmak olmalıdır. Bu eylemleri elimize koz geçirmek için değil (gerçi bunu da yapacaklardır), bu kurumu boğarak öldürmek istediğimiz için gerçekleştiriyoruz.

 

Derslerin verildiği, idari görevlerin yerine getirildiği, verilerin depolandığı ya da araştırmaların yürütüldüğü tüm binalar işgal için uygun boğma noktalarıdır. Barikatlar kurun, malzemelere ve altyapıya kendi amaçlarınız için el koyun. Bu işgal alanlarının daha büyük ve daha cesur eylemler için hazırlık alanları olarak hizmet etmesine izin verin.

 

Kampüs polisinin altyapısına proaktif bir şekilde saldırılabilir, bu sadece polisin kamplara veya işgallere tecavüzüne karşı bir savunma önlemi olarak düşünülmemelidir. En iyi savunma iyi bir saldırıdır ve polisi geri planda tutarak, kendilerini çok fazla zorlama korkusuyla işgallere karşı daha az güçlü olmalarını sağlarsınız.

 

Ekipman ve kaynaklar özgürleştirilebilir ve kampüs duvarlarının dışında bunları kullanabilecek kişilerle paylaşılabilir. Her yazıcı enformasyon savaşında bir silah olabilir.

 

Her boya kamusal alan savaşında bir silah olabilir. Her tuğla bir barikat oluşturabilir ya da yaklaşmakta olan bir polis saldırısını savuşturabilir. Bir üniversitenin sahip olduğu her şey ona ve yeniden üretilmesine yardımcı olduğu dünyaya karşı kullanılabilir.

 

Tüm bunların kilit noktası şudur: üniversite, herhangi bir karakol, hapishane, banka şubesi veya sınır duvarı kadar (ele geçirmek için değil) yok etmek için işaretlediğimiz bir hedeftir. Etrafımızdaki ölüm makinelerinin bütünselliğini fark etme konusunda daha yetenekli hale gelmeli, kayda değer müdahale noktalarını tespit etme becerimizde daha çevik olmalı, saldırma isteğimizde daha cesur olmalı ve nihayetinde bu ölüm dünyasından kurtulma arzumuzda daha aç olmalıyız.

 

Soykırım her yanımızı sarmış durumda, aynaya bakmalı ve bu gerçeği değiştirme arzusu doğrultusunda hareket etmeye istekli olup olmadığımızı sormalıyız. Üniversite, mücadele etmemiz gereken binlerce kayda değer düşmandan yalnızca biri, ancak üniversitelerde devam eden kamplar ve işgallerde gerçek bir enerji var ve bu enerji buradan yayılıyor. 2020'deki ayaklanmanın hayaleti her gün bana musallat olurken, bu yazın yanmaktan başka yapacak bir şey bırakmayacak kadar dayanılmaz bir sıcaklıkta geçmesini istiyorum. Umarım bu enerji o sıcaklık için bir kıvılcım olabilir ve bu enerjiyi çevreleyen üniversiteler de çıra olabilir.

 

Ya hepsi gider ya da hepsi aynı kalır. Öyleyse harekete geçin.

 

 

 

Yorumlar