Çalışmanın Gerileyişi ve Çöküşü
Raoul Vaneigem
Çeviren: Lugburz
Bu yazı Raoul Vaneighem'in The Revolution of Everday Life kitabındaki aynı isimli bölümün çevirisidir.
İş ve
üretkenliği birbirine karıştıran bir endüstriyel toplumda, üretme zorunluluğu
her zaman yaratma arzusunun düşmanı olmuştur. Her sabah altıda uykudan
kaldırılan, banliyö trenlerinde sarsılan, makinelerin gürültüsüyle sağırlaşan,
anlamsız sesler ve jestlerle ağartılan ve buharlaştırılan, istatistiksel
kontrollerle kurutulan ve günün sonunda tren istasyonlarının giriş salonlarına,
hafta içi cehennemine ve hafta sonlarının boş cennetine giden, kalabalığın
yorgunluk ve can sıkıntısı içinde bir araya geldiği o katedrallere atılan bir
varlıkta hangi insanlık kıvılcımı, olası bir yaratıcılık canlı kalabilir?
Ergenlikten emekliliğe kadar her 24 saatlik döngü, cama isabet eden kurşunlar
gibi aynı yıkıcı bombardımanı tekrarlar: mekanik tekrar, para için harcanan
zaman, patronlara boyun eğme, can sıkıntısı, yorgunluk. Gençliğin enerjisinin
katledilmesinden yaşlılığın açık yarasına kadar, yaşam zorla çalıştırmanın
darbeleri altında her yönden çatırdıyor. Daha önce hiçbir uygarlık yaşamı bu
denli hor görmemişti; daha önce hiçbir kuşak, aşağılanma içinde boğulurken,
yaşama karşı böylesine bir öfke duymamıştı. Makineleşmiş iş mezbahalarında
yavaş yavaş öldürülen insanlar aynı zamanda tartışıyor, şarkı söylüyor, içiyor,
dans ediyor, sevişiyor, sokakları tutuyor, eline silah alıyor ve yeni bir şiir
icat ediyor. Şimdiden zorla çalıştırmaya karşı bir cephe oluşuyor; reddetme
jestleri geleceğin bilincini şekillendiriyor. Kapitalizmin ve Sovyet
ekonomisinin seçtiği koşullarda üretkenlik için yapılan her çağrı köleliğe
yapılan bir çağrıdır.
Üretimin
gerekliliği o kadar kolay kanıtlanır ki, herhangi bir endüstriyalizm filozofu
bu konuda on kitap çıkarabilir. Ne yazık ki bu neo-iktisatçı düşünürler için bu
kanıtlar on dokuzuncu yüzyıla, işçi sınıfının içinde bulunduğu sefaletin
çalışma hakkını, katledilmek üzere olan mahkumlar tarafından zamanın şafağında
talep edilen köle olma hakkının muadili haline getirdiği bir döneme aittir. Her
şeyden önce bu bir hayatta kalma, fiziksel olarak yok olmama meselesiydi.
Üretimin zorunlulukları hayatta kalmanın zorunluluklarıdır; artık insanlar
sadece hayatta kalmak değil, yaşamak istiyorlar.
Tripalium
bir işkence aletidir. Emek 'acı çekmek' demektir. 'Travail' ve 'labour'
kelimelerinin kökenini unutmak akılsızlık olur. En azından soylular kendi
saygınlıklarını ve kölelerini damgalayan onursuzluğu asla unutmadılar.
Aristokratların çalışmayı küçümsemesi, efendilerin egemen sınıfları
küçümsemesini yansıtıyordu; çalışma, anlaşılmaz nedenlerle aşağı olmalarını
buyuran ilahi buyruk tarafından sonsuza dek mahkûm edildikleri kefaretti.
Çalışma, yoksulluğun cezası olarak Takdir-i İlahi'nin yaptırımları arasındaki
yerini aldı ve gelecekteki bir kurtuluşun aracı olduğu için böyle bir ceza zevk
niteliğine bürünebilirdi. Temelde, çalışma boyun eğmekten daha az önemliydi.
Burjuvazi
hükmetmez, sömürür. Efendi olmaya ihtiyacı yoktur, kullanmayı tercih eder.
Neden kimse üretkenlik ilkesinin feodal otorite ilkesinin yerini aldığını
görmedi? Neden kimse anlamak istemedi?
Çalışmak
insanlık durumunu iyileştirdiği ve yoksulları en azından yanılsamada ebedi
lanetten kurtardığı için mi? Kuşkusuz, ancak bugün daha mutlu yarınlar havucu,
öteki dünyada kurtuluş havucunun yerini sorunsuzca almış gibi görünüyor. Her
iki durumda da şimdiki zaman her zaman baskının topuğu altındadır.
Doğayı
dönüştürdüğü için mi? Evet, ama tekniklerin enflasyonunun yaşamın kullanım
değerinin deflasyonunu gizlediği bir dünyada, kâr ve zarar terimleriyle
düzenlenmiş bir doğayla ne yapabilirim? Ayrıca, tıpkı cinsel eylemin üremeye
yönelik olmayıp kazara çocuk yapması gibi, örgütlü emek de kıtaların yüzeyini
bir amaç değil, bir yan ürün olarak dönüştürür. Dünyayı dönüştürmek için
çalışmak mı? Bana başka bir şey söyle. Dünya, zorla çalıştırmanın varlığının
öngördüğü yönde dönüştürülüyor; bu yüzden de bu kadar kötü bir şekilde
dönüştürülüyor.
Belki de
insan kendini zorunlu çalışmasında gerçekleştirmektedir? On dokuzuncu yüzyılda
çalışma kavramı, yaratıcılık kavramının bir kalıntısını muhafaza ediyordu.
Zola, işçilerin küçük şaheserlerini mükemmelleştirmek için yarıştıkları bir
çivi çakma yarışmasını anlatır. Zanaat aşkı ve zaten boğulmuş olan
yaratıcılığın canlılığı, insanın, içine bir tür zevk karışmamış olsaydı
kimsenin dayanamayacağı on ya da on beş saate katlanmasına tartışılmaz bir
şekilde yardımcı olmuştur. Zanaat anlayışının hayatta kalması, her işçinin
fabrika cehenneminde güvencesiz bir rahatlık bulmasına izin verdi. Ancak
Taylorizm, arkaik kapitalizm tarafından özenle beslenen bir zihniyete ölüm
darbesini indirdi. Taşıma bandından yaratıcılığın karikatürünü bile beklemek
boşunadır. Günümüzde hırs ve işini iyi yapma aşkı, yenilginin ve en akılsız
teslimiyetin silinmez izidir. İşte bu yüzden, boyun eğmenin talep edildiği her
yerde, toplama kamplarının Arbeit Macht Frei'ından Henry Ford ve Mao
Tse-tung'un vaazlarına kadar eski ideolojik zırvalar boy gösteriyor.
Peki cebri
emeğin işlevi nedir? Efendi ve Tanrı tarafından ortaklaşa kullanılan iktidar
miti, zorlayıcı gücünü feodal sistemin birliğinden alıyordu. Üniter miti yok
eden burjuvazinin iktidarı, kriz bayrağı altında, ayrı ayrı ya da birlikte
mitin etkinliğinin bir kısmına asla ulaşamayacak olan ideolojilerin saltanatını
başlattı. Üretken emeğin diktatörlüğü gedikten içeri girdi. Görevi, insanların
çoğunluğunu fiziksel olarak zayıflatmak, onları tüm yalan tarihinin en az
hamile, en az erkeksi, en bunak ideolojilerine açık hale getirmek için toplu
olarak hadım etmek ve sersemletmektir.
On dokuzuncu
yüzyılın başında proletaryanın çoğu fiziksel olarak zayıflatılmış, atölye
işkencesiyle sistematik olarak kırılmıştı. İsyanlar zanaatkârlardan,
ayrıcalıklı ya da işsiz gruplardan geliyordu, on beş saatlik çalışmayla
paramparça olmuş işçilerden değil. Çalışma süresinin kısaltılmasının tam da
tüketim toplumunun ürettiği muhteşem ideolojik çeşitliliğin genç burjuvazi
tarafından yıkılan feodal mitlerin yerini almaya başladığı döneme denk gelmesi
rahatsız edici değil mi? (İnsanlar gerçekten de bir buzdolabı, bir araba, bir
televizyon seti için çalıştılar. Üretimin 'gerekliliğinin' onlara 'sunduğu'
pasifliği ve boş zamanı tüketmeye 'davet edildikleri' için birçoğu hala
çalışıyor).
1938'de
yayınlanan istatistikler, o zamanlar mevcut olan en modern teknolojinin
kullanılmasının gerekli çalışma süresini günde üç saate indireceğini
gösteriyordu. Yedi saatlik çalışma süremizden çok uzakta olmamız bir yana,
bugün taksitle satılan mutluluğu vaat ederek işçi nesillerini yıprattıktan
sonra, burjuvazi (ve onun Sovyetlerdeki muadili) insanın atölye dışındaki yok
oluşunun peşine düşmüştür. Yarın, beş saatlik zorunlu yıpranma ve aşınma
sürelerini, herhangi bir şey yaratmanın imkansızlığıyla doldurabildikleri kadar
hızlı büyüyecek bir 'yaratıcılık' süresiyle süsleyecekler (meşhur 'boş zaman
patlaması').
Oldukça
doğru bir şekilde yazılmıştır: “Çin devasa ekonomik sorunlarla karşı karşıya;
onun için verimlilik bir ölüm kalım meselesi.” Kimse bunu inkar etmeyi aklından
bile geçirmez. Bana göre önemli olan ekonomik zorunluluklar değil, bunlara
yanıt verme biçimidir. 1917'deki Kızıl Ordu yeni bir tür örgütlenmeydi.
1960'taki Kızıl Ordu ise kapitalist ülkelerde bulunan türden bir ordudur.
Koşullar, etkinliğinin devrimci bir milis potansiyelinin çok altında olduğunu
göstermiştir. Aynı şekilde, planlı Çin ekonomisi, federe grupların
çalışmalarını otonom olarak organize etmelerine izin vermeyi reddederek,
kendisini sosyalizm adı verilen kapitalizmin mükemmelleştirilmiş biçiminin bir
başka örneği olmaya mahkûm etmektedir. İlkel halkların çalışma biçimlerini,
oyunun ve yaratıcılığın önemini, modern teknolojinin uygulanmasının yüz kat
daha verimli hale getireceği yöntemlerle elde edilen inanılmaz verimi inceleme
zahmetine katlanan oldu mu? Belli ki hayır. Üretkenlik için yapılan her çağrı
yukarıdan gelir. Ancak yalnızca yaratıcılık kendiliğinden zenginliktir. Dolu
dolu bir yaşam 'üretkenlikten' beklenemez, ekonomik ihtiyaçlara coşkulu bir
kolektif yanıt üretecek olan da 'üretkenlik' değildir. Ancak Küba'dan Çin'e
çalışma kültünün nasıl onurlandırıldığını ve Guizot'nun erdemli sayfalarının
bir 1 Mayıs konuşmasında ne kadar iyi ses getireceğini bildiğimizde ne
söyleyebiliriz?
Otomasyon ve
sibernetik, işçilerin mekanik köleler tarafından kitlesel olarak
değiştirilmesinin habercisi olduğu ölçüde, zorla çalıştırmanın yalnızca düzeni
korumak için gereken barbarca uygulamalara ait olduğu ortaya çıkmaktadır.
Böylece iktidar, televizyonda yayınlanan diktalarının pasif bir şekilde
özümsenmesi için gerekli olan yorgunluk dozunu üretmektedir. Bundan sonra hangi
havuç için çalışmaya değer? Maç bitti; artık kaybedecek bir şey yok, bir
yanılsama bile. İşin organizasyonu ve boş zamanın organizasyonu, işlevi itaatkar
köpeklerin ırkını geliştirmek olan kısırlaştırıcı makasın bıçaklarıdır. Bir
gün, otomasyon ve haftada on saat çalışma talep eden grevcilerin grev yapmak
yerine fabrikalarda, ofislerde ve kültür merkezlerinde sevişmeyi seçtiklerini
görecek miyiz? Sadece planlamacılar, yöneticiler, sendika patronları ve
sosyologlar şaşıracak ve endişeleneceklerdir. Haksız da sayılmazlar; ne de olsa
söz konusu olan kendi canları.
Yorumlar
Yorum Gönder