Bölümler
I. Giriş
II. Özelleştirilmiş Devlet Fiilleri
III. “Liberter” Sağ’ın Kripto-Faşist Eğilimi ve Liberteryenizm ve Sağ’ın Zıt Kökenleri
IV. Özgürlükçü Hiyerarşinin İmkansızlığı
I. Giriş
“Liberteryen” kelimesinin sağcılar tarafından gasp edildiği bugün bir gerçektir.
Kelimenin tarihine baktığımızda pür şekilde görülür ki “Liberter” kelimesi başlangıçta liberteryen sosyalistleri ve ilk anarşistleri işaret etmek için kullanılmıştır. Bu bağlamda terim, sosyalizm ile yakın ilişki içerisindeydi.
Lakin modern realitede terim, anti sosyalist sözde “özgürlükçü” cepheyi ifade etmek için kullanılıyor. Aslında bunda herhangi bir problem yok, kelimeler zaman içerisinde anlam değişikliğine uğrarlar. Fakat bu yazıda inceleyeceğimiz, bu sağcı cephenin gerçekten de iddia ettikleri gibi özgürlüğün tarafında olup olmadıklarıdır.
II. Özelleştirilmiş Devlet Fiilleri
Sağ liberteryenlerin içerisindeki devlete karşı radikal cephe, aslında devletin fiillerine pek de karşı bir cephe oluşturmamaktadır. Bu “anarşist” sağcı cephe, devletin başlı başına kölelik üzerine kurulmuş sistemini ve fiillerini özel girişim gücüne devretmeyi, ve bu sayede “gönüllü” kılmayı teklif eder. Karşıt oldukları şey -bir anarşistin aksine- bireylerin bireyler üzerinde egemenlik kurması değildir, egemenlik kuran organizasyondur. Onlara göre anayasaya uymama karşılığında hapishanler, idamlar, zorla çalıştırma gayrimeşru iken, “anayasa” kelimesini bir “sözleşme” ile değiştirdiğimizde bu sıralanan fiiller meşru olmaktadır, zira bir “sözleşme” gönüllüdür.
Şimdi, bir “sözleşme” nedir ? Karşılıklı çıkarlar doğrultusunda, birden fazla birey arasında beher bireyin rızası dahilinde verilen karşılıklı sözlerdir. Yani devlet fiillerinin özelleştirilmesi aslında devleti kötü yapan “rızasızlık” vaziyetini yok edecektir... mi?
Burada üst sınıfların, yani bu durumda sözleşmeli topluluk kurucularının ve hiyerarşik piyasa ortamının devlet cebri ile çıktığını unutmamak gerekiyor.
Dolayısı ile devlet cebri ile ortaya çıkmış ekonomik bir sınıfı savunuyorsak burada karşımıza iki mantıksal sonuç çıkar; a. Devlet cebri ile denk bir cebir kuvveti böyle bir cemiyette devamlılığını sürdürecektir ve özgürlük hala olmayacaktır, b. Bu sınıfların rıza dahilinde de ortaya çıkacağını öne süren teoriler ile ifade desteklenecektir.
Ben bu vaziyette her mantıklı düşünen liberter gibi ilk seçeneği seçiyorum ve devlete denk cebir kuvvetini ilan ediyorum- kapitalist mülkiyet. Devletin kaynağı ve devamlılığının sağlayıcısı olarak; tabiri caiz ise “yapışık” bireysel mülkiyet anlayışı, kullanım bazlı mülkiyetin aksine malike “yapışık” olmak için kurallar ile korunmak zorundadır. Mesela İstanbul’da konaklayan bir iş adamı olarak; ağaçlarını kendim ekmediğim, zeytinlerini kendim değil işçilerime toplattırdığım yine mesela Hatay’da bulunan zeytin tarlamı gerçekten benim yapan nedir ? Cevap basittir: kurallar, otorite gerektiren kurallar.
Pek tabii bu mülkiyeti bana birisi devretmiş olabilir, ona da birisi devretmiş olabilir, ama eğer mülkleştirmeyi felsefi olarak temellendiriyorsak başlangıçta bu mülkiyeti birisi işlemiş ve işlediği için sahiplenmiş demektir. Yani belli bir toprak parçası üzerinde sahiplik kurmamı sağlayan fiil o toprak parçasını işlemem, “emeğim ile karıştırmam” idir. Ki Sağ Liberteryen olarak Rothbard da “Adalet ve Mülkiyet Hakları” yazısında mülkleştirme prensibini anlatırken Locke’un bu söylemine işaret eder.
Her insanın kendi şahsı üzerinde sahipliği vardır. Kendisinden başka hiç kimsenin onun üzerinde herhangi bir hakkı yoktur. Bedeninin emeği ile ellerinin çalışması, diyebiliriz ki, tam olarak kendisinindir. O hâlde, doğanın getirip ortaya bıraktığı bir şeyi alıp durumunu değiştirirse, emeğiyle yoğurursa, ve de ona kendisinin olan bir şeyi katarsa, bu suretle o şeyi kendi mülkü yapar. Bir şeyi doğal hâlinden çıkarmak, kendi emeğiyle ona bir şeyler ilâve etmektir ki, o şey üzerinde başkalarının hakkını iptal eder. [John Locke, "An Essay Concerning the True, Original, Extent and End of Civil Gov- ernment," içinde E. Barker, ed., Social Contract (New York: Oxford University Press, 1948), ss. 17-18, Rothbard’ın konu hakkında yazdıkları için Eşitlikçilik: Doğaya Karşı İsyan’da bahsi geçen bölüme bakınız.)
O zaman tekrar soralım. Tarlayı ilk işleyen X kişisinin öldüğünü ve tarlayı Y kişisine devrettiğini farz edelim. Y kişisi bu tarlayı işlemiyorsa tarlayı onun yapmaya devam eden nedir ? Bir şeyin sahipliği o şeyi işlemek ile kuruluyorsa, o şeyi işlemeye devam etmeyen birinin tarla üzerindeki sahipliği ne kadar meşrudur ? Ve ne ile korunur ?
Tabii ki devlet ile korunur. Zira kapitalist mülkiyet ile devlet bir kavramlardır. Ayrım düşünülemez. Bir olarak gelişmiş, kapsamlarını arttırmışlardır.
Dolayısı ile kullanmadığınız mülkiyetin size yapışık olmasını temellendirmek için sahipsiz mülkiyet üzerinde sahiplik kurma ilkesi ile çelişilmesi gerekir.
Şimdi, üst sınıfların devlet cebri ile ortaya çıktığını söylemiştik. Umarız şimdi de devlet cebrinin iş birlikçisinin kapitalist mülkiyet olduğu anlaşılmıştır.
İkinci seçeneğe göz atmaya mahal görmüyorum, zira üst sınıfların ortaya çıkmasının kapitalist mülkiyet ile neden bağıntılı olduğu, kapitalist mülkiyetin ise devlet ile nasıl bir olduğu ve emek ile karıştırma temelli mülkeştirme ilkesi ile nasıl çeliştiği anlaşıldığı ise, geriye sadece bunların neden kötü olduğunu anlatmak kalıyor. Bu, şu anda okuduğunuz yazının konusu değildir ve üzerine tonlarca benden daha profesyonel yazarlar tarafından yazılar yazılmıştır. Biz, sağ “liberterleryenlere” geri dönelim.
...Sınıf üstünlüğü diyen, eşitsizlik demektedir, Eşitsizlik diyen, düşmanlık demektedir, Düşmanlık diyen, iç savaş demektedir... (İlk Anarşist Manifesto - Anselme Bellegarrigue.)
Otoriteryenizm hiyerarşiden gelmiştir ve hiyerarşi de otoriteryenizmden gelmiştir. Sosyal hiyerarşi, sınıf çatışmalarına sebep olur ve sınıf çatışmaları eşitlik ile sonu ermez ise üst sınıfın alt sınıf üzerinde hegemonyası ile son bulur. Dolayısı ile hiyerarşinin otoriteryenizmden başka çıkışı yoktur. Ya hiyerarşiyi ve otoriteyi kabul edecek, ya da özgürlüğü ve eşitliği kabul edeceksiniz.
Özgürlük bireysel özerkliğin kabulüdür. Bireysel özerkliğin kabulü ise eşitliğe çıkar, bireylerin kendi bedenlerinin sahibi olması ve kendi bedenleri üzerinde hiç bir dış otoritenin söz sahibi olmaması.
Özgürlük, devlet fiillerini şirketlere vermek değildir. Devlet fiillerinden muaf olmaktır. Özgürlük, emek sömürüsünü onamak ve iktisadi olarak aklamaya çalışmak değildir. Özgürlük, kendi bedeninin sahibi olmanın mantiki sonucu olarak kendi emeğinin sahibi olmaktır. Özgürlük kolektif emeğin bireysel mülkiyete sözde gönüllü şekilde satılması değildir. (İşçilerin emeklerini satmak hususundaki isteksizliğini ve sistem onları zorladığı için emeklerini satmak zorunda kaldıklarını artık tartışma konusu olarak bile açmıyorum) Özgürlük, kolektif emeğe kolektifin, bireysel emeğe bireyin sahip olmasıdır. Özgürlük bu demektir. Özgürlük bizi sömürecek üstlerimizin olmamasıdır. Özgürlük bireyin birey üzerinde egemen olmamasıdır. Özgürlük sınıf çatışmasının ortadan kalkmasıdır.
Özgürlük anarşidir.
Öncelikle ben bir sağ veya sol liberteryen değilim. liberteryenizmin sağ veya sol olmadığını düşünüyorum. ancak rothbardyen doğal hukuk ve mülk edinimini destekliyorum ve bir eleştiri yazısı yazmak istedim:
YanıtlaSilanayasa yerine sözleşme kelimesini koymak gayet mantıklı. çünkü sizin de dediğiniz gibi birisi gönüllü birisi gönülsüz. farkı anlamak çok kolay. bir kişinin A noktasından B noktasına gittiğimizi düşünelim. buradan yapacağımız çıkarım basittir. kişi A noktasından B noktasına gitmeyi tercih etmiştir. aynı şekilde sözleşmede iki taraf da özgür olarak bir anlaşmaya varıyorsa sözleşme iki taraf için de faydalıdır. kapitalist kelimesinden rahatsız oluyorsanız da aynı SEK3'ün yaptığı gibi bunun yanlış bir adlandırma olduğunu söyleyerek rothbardyen mülkiyeti savunabiliriz. kapitalist yerine girişimci diyelim
şimdi cebir konusuna gelelim. cebir yerine güç kullanımı ifadesini kullanmayı uygun görüyorum. güç kullanımının iki türü vardır. ilki doğrudan güç kullanımı ikincisi ise dolaylı güç kullanımı. bunu bir örnek üzerinden açıklayayım. bir anne çocuğunun ödevlerine yapmamasından şikayetçi. eğer anne çocuğunu döverse buna doğrudan güç kullanımı diyoruz. anne çocuğu ödev yapmadığı için artık çocuğuna çikolata almıyorsa buna dolaylı güç kullanımı diyoruz. hiçbir rothbardyenizm savunucusu doğrudan güç kullanımını savunmaz, dolaylı güç kullanımını savunur. dolaylı güç kullanımı bireyin doğal hakkıdır. herkesin istediği kişiye dolaylı güç kullanma hakkı vardır. dolaylı güçten rahatsızsanız dolaylı gücü yok etmenin iki yolu vardır. ilki yine dolaylı güç kullanmak. ancak bunu yapınca onu yok etmiş olmuyorsunuz onu devam ettirmiş oluyorsunuz. ikincisi ise doğrudan güç kullanmak. evet gerçekten doğrudan güç kullanarak dolaylı gücü gerçekten yok edebilirsiniz. tabii bir anarşistseniz bunu savunmanız pek mantıklı değil.
kapitalistler diye adlandırdığınız üst sınıf mevcut mülkiyetini doğrudan güç ile elde etmişse sağ-liberteryenler buna NAP'tan dolayı karşı çıkacaktır. eleştirdiğiniz kişilerden konu hakkında bilgili olanlardan kimse bunu savunmaz. devlet cebri ile çıkmış ekonomik sınıfı savunan yok. şuan pek çok mülkiyet devlet sayesinde elde ediliyor ve buna doğal olarak karşıyız. iyi niyet ilkesinden uzak olduğunuzu düşünüyorum.
(ek olarak sınıf teorilerinde de temel olarak iki sınıfın olduğunu düşünüyoruz. politik araç kullananlar ve ekonomik araç kullananlar. franz oppenheimer'ın devlet kitabı bu konu hakkında iyidir.)
istanbulda bulunan adamın hataydaki zeytin bahçelerine sahip olmasının (bu örnek bir konuya atıfta bulunan spesifik bir örnek mi bilmiyorum.) bir çok nedeni olabilir. bu sebeplerden biri de devletin uyguladığı şiddet olabilir. ancak rothbardyenizmin devlet karşıtı olduğunu bildiğinizi umuyorum ve bu tarz NAP ihlali sebepleri tartışmadığımızı düşünüyorum. o yüzden istanbulda bulunan adamın hataydaki zeytin bahçelerine sahip olmasının sebebi basit rothbardyen doğal hukuk.
Silaslında sorduğun sorunun cevabı sorunun içinde gizli. Y'nin tarlaya sahip olmasının nedeni X'in ona devretmesi. eğer Y artık tarlayı istemiyorsa mülkiyet hakkı sahip olunan mülkiyete isteksizlik sonucu düşer. işlemeye devam etmiyorsa ama hala tarlanın mülkiyetinden vazgeçmediyse onundur. şöyle düşünebiliriz minecrafttaki tam otomatik redstone farmlarının mülkiyeti onu yapan kişinin veya devrettiği kişinindir. aynı şekilde üzerinde tarlanın üzerinde gönüllü ve rızaya bağlı şekilde işçi çalıştırma hakkı da vardır.
özel mülkiyeti savunmamızı sağlayan bir kurum yok, devlet istediği zaman özel mülkiyete el koyabiliyor. mülk sahibinin isteksizliğiyle mülkiyet sahipsiz olur. veya gönüllü anlaşmalar ile.
hoppe'un konferanslarına aşırı sağcıları çağırmasının nedeni onları sağ özgürlükçüleğe (yine sağ kelimesinin yanlış olduğunu düşünüyorum) çekmek istemesidir. ben bir komünist ile tartışınca buradan çıkarılacak sonuç benim komünist olmamdan ziyade komünistlerle uyuşmayan fikirlerimin olmasıdır.
bir futbol takımında hiyerarşi var mı? anarşizm ile futbol çelişir mi? ikinci sorunun cevabının hayır olduğu açıktır. ilk soruya verilecek cevaplara bakalım. 1- evet vardır, ancak bu gönüllü bir hiyerarşi olduğu için herhangi bir sorun yoktur. 2- hayır yoktur, hiyerarşi zorunlu olan bir şeydir gönüllü ise hiyerarşiden söz edemeyiz. sağ liberteryen idealdeki hiyerarşi bir futbol takımındaki hiyerarşi.
kimse insanların doğal haklar bakımından eşit olmadığını iddia etmiyor.
(sol, sağ ve kapitalizm kavramlarını itina ile kullanmamaya çalıştım.)